Eşyânın suver-i ilmiyyesi (Allah'ın ilmindeki sembolleri, sûretleri), iIim mertebesinde onların ayrışmasından ibârettir. Sûfilerden hakîkat ehIi olanların (AlIah sayılarını arttırsın) dediği gibi "Eşyânın sûretleri (sembolleri) sâdece ilimdedir (Allah'ın bilgisindedir, varlık sahasına çıkmamıştır). Onların hüküm ve tesirleri ise hâriçtedir (varlık sahasına çıkmıştır, yaratılmıştır)". Bu sözün mânâsı şudur: (Sûretlerdeki) ayrışma ilimde ve hâriçtedir. Hak Teâlâ ise kendi zâtî birliği üzere olup o sûretlerin hüküm ve tesirleri ile zâhir olur, görünür. Yoksa bu sözün mânâsı: "Suver-i ilmiyye (Allah'ın ilmindeki semboller) hâriçte zâhir olan (yaratılmış âlemde görünen) sûret ve şekillerden ibârettir'' demek değildir. Çünkü bu hâricî sûretler (yaratılmış eşyâ) ilmî sûretlerin gereğidir, ilmî sûretlerin kendisi değildir.
Meselâ her ilmî ayrışma, eşitlik, eğrilik, doğruluk ve tümseklik (kamburluk) gibi özel bir şekli gerektirir. BunIar o suver-i ilmiyyenin tesirleri ve etkileridir. Tıpkı sıcaklık, soğukluk, kuruIuk, yaşlık, hafiflik, ağırlık, şeffaflık ve yoğunluğunda onların etkisi oluşu gibi. İlâhî ilimde ayrışmış olan her şân (aslî sıfat) sonsuz şuunâtı (aslî sıfatları) ihtivâ ettiği gibi, suver-ı ilmiyyede de her şâna göre sonsuz ayrışmalar zuhûr etmiştir. Her ayrışma kendine has bir hüküm ve tesiri gerektirir. Hâriçte, onlara zât ile görünen ve keyfiyyeti bilinmeyen bir nisbet vâsıtasıyla, bu ayrışma hâriçte gibi görünür. Bu sebeple görme gücünün görüntüsü işitme gücünden hâriçte ayrı oldu. Tatmanın koklamadan vs. ayrı görünmesi de böyledir.
Öyleyse ilim mertebesinde olan taayyün ve temeyyüz (belirme ve ayrışma), ki ona yaratılmışların hakîkati ve ayn-ı sâbitesi denir, "cem'' yani Allah ile bir olma mertebesindendir. Suver-i ilmiyenin ayrışmasının tesiri olan hâriçteki (kâinâttaki) şekiller ise "fark'' yani Allah'tan ayrı bulunma mertebesindendir. Bunlar, ayrışma sebebi ile var olmuşlardır. Onların zuhûrunun kaynağı da o fark mertebesidir. Cem mertebesinden olanlar, ilâhî hakîkatlerdendir. Fark mertebesinden olanlar kâinâta âit hakîkatlerdendir. Her ne kadar bu iki mertebe zâta dâhil iseler de, ikinci mertebenin (farkın) dâhil oluşu birinci mertebe (cem) vâsıtası iledir, bizzât ve kendiliğinden değildir. O hâlde birincisi bir şeyin parçası gibidir, ikincisi ise parçanın parçası gibidir. Tasavvuf yolcusu (sâlik) fark mertebelerinin tümünü aşıp cem mertebesine yani kendi ayn-ı sabitesine ulaştığı zaman, ona nisbetle tecellî-i zâtî, kendi ayn-ı sabitesinin açılması (bilinmesi) ve keşf olunmasıdır. Allah Teâlâ daha iyi bilir.