Bilesin ki, Velâyet-i Hâssa-i Muhammediyye (Hz. Muhammed'e mahsus olan velîlik) -o mâkâmın sâhibine salât ve selâm- "meczûb sâliklere'' (yani önce cezbeye nâil olan sonra seyr u sülûke başlayan kişilere) mahsustur. Bunlar "murâdlar'' (Allah tarafından istenenler) diye adlandırılırlar; mürîdler (Allah'ı isteyenler) ise zâtî isti'dâdları hasebiyle bu makâmdan nasip alamazlar. Mürîdler derken, seyr u sülûkü cezbelerinden önce (veya önde) olanları kastediyoruz. Ancak sevilen bir murâd, seven bir mürîdi terbiye eder, onda tasarrufta bulunur ve onu cezbe tarafına güçlü bir şekilde çekerse, o zaman durum başkadır (o mürîdler de bu velâyet makâmından nasip alabilirler). Nitekim Ali b. Ebî Tâlib’in (kerramallâhü vecheh) durumu böyledir. O, sâlik-meczûb olmasına rağmen Peygamber Efendimiz'in (a.s) tam bir terbiyesi ve kendisi tarafına çekmesi sâyesinde velâyet-i hâssa-i Muhammediyye mertebesine ulaşmıştır. Kendisinden önceki diğer üç halîfe ise böyle değildir. Onların cezbeleri sülûklerinden öncedir. Peygamber Efendimiz'in (a.s) hâli de böyledir. Onun cezbesi sülûkünden öncedir. Bu açıklamadan, bütün meczûb-sâliklerin velâyet-i hâssa-i Muhammediyye mertebesine ulaşabileceği zannedilmesin. Aslâ. Aksine, asırlar sonra onlardan binlercesi içinde bu makâma ulaşan bir kişi olursa, onun varlığı ganîmet bilinir. "Bu Allah'ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sâhibidir'' (el-Hadîd, 57/21). Salât ve selâm Efendimiz Muhammed'e ve ailesine olsun.