Sâlik-meczûb olan tasavvuf yolcusu, meczûb-sâlik olana göre "mârifet'' (Allah'ı tanıma) yönünden daha ileridedir. Muhabbet konusu ise bunun tersinedir (meczûb-sâlikin muhabbeti daha fazladır). Çünkü meczûb-sâlik olan kişiyi Cenâb-ı Hak işin başından sonuna kadar özel muhabbeti ve lütfu ile kuds tarafina (ilâhî âleme) çekerek terbiye eder. "Mârifet'' (Allah'ı tanımak) kelimesi ile Allah'ın fiilî tecellîlerini, kâinâtla ilgili şeyleri ve Allah'ın izâfi sıfatlarını tanımayı kastediyoruz. Allah'ın zâtını tanıma konusuna gelince, o bilgisizlik ve idrâk edememekten ibârettir. Selbî-tenzîhî sıfatları (vücûd, kıdem, bekâ, vahdâniyet, muhâlefetün lil-havâdis, kıyâm bi-nefsihî) tanımak hayret ve şaşkınlığı içerir. Zâtî sıfatları (hayat, ilim, sem', basar, irâde, kudret, kelâm, tekvîn) ve zâtî-îtibârî şuûnları tanımak konusunda ise, meczûb-sâlik bunları tanımaya daha lâyıktır ve detaylarını daha iyi bilir.
Ancak zühd, tevekkül, sabır, rızâ gibi on makâmı tanımaya sâlik-meczûb daha lâyıktır ve onların detaylarını daha iyi bilir. Çünkü o, bu makâmları tafsilatıyla aşmış, sırasıyla üzerlerinden geçmiştir. Her makâmın inceliklerini tafsîliyle bilir. Oysa meczûb-sâlik bunları bilmez. Çünkü onun için bu makâmlar dürülmüş ve her makâmın (detayı değil) özü ve özeti ona hâsıl olmuştur ki bunlar sâlik-meczûbda bulunmaz. Zâhir ve sûret îtibâriyle sâlik-meczûb makâmlarda daha tamdır; öz ve özet îtibâriyle ise meczûb-sâlik o makâmlarda daha kâmildir. Bu sebeple, sûretlere bakan avâm halk, zühd, tevekkül, sabır, rızâ ve benzeri makâmlarda birincisinin (sâlik-meczûbun) ikincisinden daha kâmil olduğunu zannetmişlerdir. Bilmiyorlar ki, ikincilerde (meczûb-sâliklerde) dünyaya rağbetin bulunması, zühdün kemâline aykırı değildir. Aynı şekilde, dünyevî sebeplere sarılmak tevekkülün kemâline aykırı değildir. Olayları çirkin görmek, rızâya aykırı değildir. Çünkü onun rağbeti, sebeplere sarılması ve çirkin görmesi hep Allah iledir. Bu vasıflar o kişide Allah için olduğundan dolayı o kişi dünyaya ancak Allah için rağbet eder, başkası için değil. Eğer rağbeti nefsi için olursa, onun nefsi de Allah içindir. O hâlde bu rağbet de gerçekte Rabbi için olur.