Bir kimseyi sırf lütuf ile mânevî terakkî nîmetiyle şereflendirmek isterler, her makâmda ona fenâ ve bekâyı bol bol nasip ederler. Alt makâmda fenâ ve bekâ gerçekleşmedikçe, o makâmdan bir sonrakine yükselmek düşünülemez. "Allah'ın öteden beri süregelen kânunu budur. Allah'ın kânununda aslâ bir değişiklik bulamazsın'' (el-Feth, 48/23). Bir aziz şöyle buyurur: Şiir:
Küfre ve İslâm'a bir bak,
Çünkü her biri O'nun dîvânından bir defterdir (cilttir).
Küfre (kâfirliğe) ve İslâm'a bir gözle bakmak, sâlike tevhidin gâlip geldiği zamanda ve sırf cem' makâmındaki sekrin (mânevî sarhoşluğun) aşırı olduğu esnâda olur. Orası fenâ ve istihlâk yeridir. Bu görüş de sâlikin kendi tercihiyle değildir. O hâlde mutlakâ mâzûr görülmelidir. Bu makâmdan geçirilmeyen ve fark ba'de'l-cem' (cemden sonraki fark) makâmına ulaştırılmayan sâliklerin can burnuna hakîkî İslâm'ın kokusu gelmeyecektir. Sürekli hakîkî küfürde (İslâm ile küfrü bir görme makâmında) hapsolup kalacaklardır. Allah'ın râzı olduğu şey ile râzı olmadığını ayıramayacaklardır. Şiir:
(Alnındaki) Hindû beninden dolayı öldürülen herkes,
Gerçi şehîd gitmiştir ama Müslüman değildir.
Hindûların beni (alnındaki siyah noktası) küfür makamına münâsip olan zulmet ve istitârı (gerçeği örtmeyi) gösterir. Müslümanlıkla ilişkisi yoktur. Şerîat mertebesinde Müslümanlık ile kâfirliğin arasını ayırmamak "şerîat küfrü''dür. Hakîkat mertebesinde ise bu ikisini birbirinden ayırmamak "hakîkat küfrü"dür.
Aynı şekilde, hâlin galebesi zuhûr etmeden önce İslâm ile küfrü ayırd etmemek ehl-i şerîata göre küfür olduğu gibi, ehl-i hakîkata göre de küfürdür ve kötüdür. Ehl-i şerîat ile ehl-i hakîkat arasında bir ihtilâf varsa, hâlin gâlip gelmesinin sûretindedir. Hâline mağlûb olan Mansûr-i Hallâc gibi. Ehl-i şerîat onun kâfir olduğuna fetvâ vermişlerdir. Ehl-i hakîkat ise öyle yapmamıştır, onlara göre nâkıslık (mânen eksiklik) Hallâc'ın eteğine yapışmıştır. Onu kâmil zâtlardan saymazlar, hakîkî İslâm'a erişenler arasında kabul etmezler. Hallâc'ın şu şiiri buna delildir:
Allah'ın dînine küfrettim, küfür bana vâciptir,
Müslümanlara göre ise çirkin bir iştir.
O hâlde, mânevî hâlin galebesi ve hâkimiyeti zuhûr etmeden önce hâl ehli kişileri taklit etmek ve İslâm ile küfrü ayırmamak, temyîz (ayırma) gücüne sâhip olamamaktır, ilhâd, zındıklık, şeriat ve hakîkat küfrüdür. Cenâb-ı Hak bizi ve tüm Müslümanları bu tür taklitlerden muhâfaza buyursun. Taklîde değer olanlar, dînî ilimlerdir. Ebedî kurtuluş, Hanefi ve Şâfiî'yi taklîd etmektir. Cüneyd ve Şiblî'nin (r.a) sözleri iki fayda için işe yarar: Hâllerin oluşmasından önce bu sözleri dinlemek tâlipleri o hâllere teşvîk eder ve bir vecd oluşturur. Bu hâllerin oluşmasından sonra ise bu sözleri kendi hâllerinin doğruluğunun delili ve ölçüsü yaparlar. Bu iki fayda hâricinde onların sözlerini bilmek ve o sözlere dalmak yasaktır. Zarar ihtimâli daha fazladır. Akıllı insanlar zarar vehmi olan yerlerde ileriye gitmezler ki zararın zann-ı gâlib olduğu yerde nasıl gitsinler.