Seyr u sülûk (mânevî yolculuk) yer değil mâhiyet îtibâriyle ilimdeki hareketten ibârettir. O hâlde "seyr ilallâh" (Allah'a doğru yolculuk) ilmî hareketten (yani bilgideki artıştan) ibârettir. Sâlik (Allah Teâlâ hakkında) düşük seviyeli bilgiden yüksek bilgiye doğru gider. O bilgiden de daha üst bilgiye ulaşır. Sonunda yaratılmışlara âit tüm ilimleri aşarak ve o ilimlerin hepsi zâil olarak ilâhî ilme kavuşur. Bu hâle, "fenâ" adı verilir.
"Seyr fillâh'' (Allah'ta yolculuk) varlık mertebelerindeki ilmî bir hareketten ibârettir (yani sâlikin varlık mertebeleri hakkında bilgisinin artmasıdır) . Burada varlık mertebeleri derken kastedilen şunlardır: İlâhî isimler, sıfatlar, şuûnlar, îtibârlar, tâkdîs ve tenzîhler ile sözle anlatılamayan, işâret edilemeyen, isimlendirilemeyen, kinâye edilemeyen, bilinemeyen ve idrâk edilemeyen sırf zât mertebesi. Bu seyre, "bekâ'' adı verilir.
"Seyr anillâh billâh'' (Allah'tan geriye Allah ile yolculuk) üçüncü seyrdir. Bu da ilimdeki bir hareketten ibâret olup burada sâlik yüksek ilimden alçak ilme iner, oradan da daha aşağı ilme (bilgi seviyesine) iner. Sonunda bu geri dönüşle yaratılmış âleme döner, bütün varlık mertebelerinin ilimlerinden inmiş olur. Bu kişi, Allah ile berâber olduğu hâlde Allah'ı unutandır, Allah ile Allah'tan dönendir, Allah'ı bulan ve kaybedendir, kavuştuktan sonra ayrılandır, yaklaşan ve uzaklaşandır.
Dördüncü seyr olan "seyr der eşyâ'' (kâinâtta yolculuk), birinci yolculukta eşyânın (dünyâ ve kâinâta âit) ilimlerinin ortadan kalkmasından sonra yavaş yavaş tekrar elde edilmesinden ibârettir. Görüldüğü üzere, dördüncü seyr birinci seyrin karşılığıdır, ikinci seyr de üçüncü seyrin karşılığıdır.
Seyr ilallâh ve seyr fillâh fenâ ve bekâdan ibâret olan velîliği elde etmek içindir. Üçüncü ve dördüncü seyr ise peygamberlere (a.s) mahsus olan halkı Hakk'a dâvet makâmını elde etmek içindir. Peygamberlere tâbî olanların kâmilleri için de bu dâvet makâmından bir nasip vardır. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “De ki: İşte bu benim yolumdur, Ben ve bana tâbî olanlar basîretle Allah'a çağırıyoruz'' (Yûsuf, 12/108).