YARATILMIŞLARIN VARLIĞI ve HAKÎKATLERİ

Hak Teâlâ, zâtının aynısı olan kendi zâtî şuûnlarını (sıfatlarının asıllarını) hâriçte Vâhidiyyet Mertebesinde ayrı ayrı bilmiştir. (Ma'ârif~i Ledünniyye'nin bazı nüshalarında "Ahadiyyet mertebesinde ayrı ayrı bilmiştir" şeklinde kayıtlıdır. Bk. Resâil-i Müceddidiyye içindeki nüsha (Lahor 1965), s. 148.) İlim, ayrı ayrı bilmeyi gerektirdiği için, o şuûnlar ilim hânesinde ayrıştılar ve her bir şân (şe'n, sıfatın aslı) özel bir ayrışmayı ve ayrı bir yapılanmayı gerektirdi. Bu ayrışan şuûnlar mümkinâtın ilminde, yaratılmışların bilgisinde var oldular. Mümkin, vücûd ve ademin yani var olmak ve olmamanın kendisinde eşit olduğu şeydir. Öyleyse onların (mümkinâtın ilminde bulunan ayrışık şuûnların) durumu da böyledir. Var olmaları ve olmamaları eşittir. Çünkü bunlar varlık ile yokluk arasında perdedir1er. Kendi zâtlarına nisbetle varlık tarafina yönelmişlerdir. Çünkü şuûnlar hâriç.te Allah'ın zâtının aynısıdırlar. Ayrışma ve müstakil yapılanmaya nisbetle ise yokluğa yönelmişlerdir. Çünkü varlığın ayrışması yokluğa doğrudur (yokluk iledir). Mısrâ: "Eşya zıddı ile belli olur".

Bu ilmî sûretler (suver-i ilmiyye) aslâ hâriçte mevcud değildirler ve ilim hânesinden dışarı çıkmamışlardır. Belki Hak Teâlâ onların (sâdece ilimde var olan ayrışık ilâhî sıfatların ve şuûnların) tesirleri ve hükümleri ile hâriçte (âlemde) görünmekte, zâhir olmaktadır. Öyleyse bu sûretler ilimdedir, tesirleri ve hükümleri ise hâriçte. Fakat bu tesir ve hükümler hâriçte Allah'ın zâtının aynısıdır. Çünkü hâriçte (gerçek varlık olarak) Ahadiyyet-i Mücerrede (Allah'ın sırf zâtı) dışında bir şey yoktur. Mutlak zuhûr, zât îtibâriyle vâcibu'l-vücûd'a (Allah'a), hüküm îtibâriyle eşyâya (âlemdeki yaratılmışlara) âittir. (Şuûnlara âit) ilmî sûretlerinin hâriçte gerçek var gibi görünmesi sırf vehmîdir ve zayıf bir hayâldir. Nitekim keşf ve irfân erbâbının zevki buna delildir. Bu vehmin kaynağı şudur: Hak Teâlâ kendi büyük kudreti ile bu ilmî sûretlere varlığın zâhiriyle keyfiyyeti ve mâhiyeti bilinmeyen bir nisbet ve durum bahşetmiştir. Yaratılmış olan şeyler, bu nisbet ve durumun var edilmesinden ibârettir. Bu nisbet, onların hâriçte (gerçek varlık olarak) görünmesinin sebebidir. Tıpkı bir şahsın sûretinin, karşısındaki ayna ile ilişkisi ve nisbeti gibi. O sûretin görünmesi, o aynada gerçekleşir. Oysa ayna kendi renksizlik ve saflığı üzere devam etmektedir. Cenâb-ı Hak şu anda, ezelde olduğu gibidir, onunla beraber başka bir şey (başka varlık) yoktur. (İmâm-ı Rabbâni Ahmed Sirhindi’ye göre şuûnlar, Allah’ın sıfatlarının asıllarıdır. Allah’ın sıfatlarının gölgesi ve yansıması O’nun fiilleri, fiillerinin gölgesi de yaratılmış olan âlemdir. Bk. Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, Karaçi 1392/1972, III, 276 (no. 1)